YazarEvi 7 Yaşında…

Sibel Güneşdoğdu’nun YazarEvi 2023-2024 Bildirisi:

CIVIL CIVIL BİR DÜNYADIR YAZAREVİ

YazarEvi’nin yeni yaşını kutlarken bunları anlatmazsam olmaz…

Yıllar önceydi… Sanal bir dünyada, bir kapıdan içeri girdim ve yaşamım boyunca izini sürdüğüm, özlemini çektiğim bir oluşumla karşılaştım; YazarEvi ile…

Orada dosyanızın kabul gömesini, sonrasında eksiklerinin giderilmesini dilerken bir bakarsınız okullu olmuşsunuz; yazdıklarınızı yeni baştan sorgulayıp hatalarınızı kendiniz düzeltebilecek duruma gelmeden bırakmaz o okul sizi…

YazarEvi’nde salt iş değildir ortada olan; duygudur, inançtır. Bu uğurda dökülen emekse pek adlandırılmaz; çünkü bir dosyanın en nitelikli biçimde hayata karışmasıdır amaç…

Ben neden varım, madem varım ve düşünüyorum, sorguluyorum, bunları yazmalıyım, dediğiniz anda kaleme, kâğıda sarılırsınız. Ama dışarıdan göründüğü gibi değildir. Örneğin mutfakta epey zaman geçirmek gerekir, sebzelerin yemeğe dönüşmesi yolunda başarılı lezzetleri yakalamak için… İyi bir aşçı olmak istiyorsanız yıllarca yemek pişirmelisiniz.

Yazmaya gönül vermiş her yazar adayı, yalınayak bir yürüyüşe başlar hayatın taşlı yollarında… Vazgeçmek, ilk dönemeçte geri dönenlerin teslimiyetidir. Vazgeçmemeye kararlı, düşlerimizin ardında koşarken zaman akıp gider. Hayat, kararlı insanları sevse de onlarla uğraşacağı unutulmamalıdır. Kendinden emin, ben doğuştan yazarım, hatta yazar doğmuşum türevi cümleler yürekte bir duvardan diğerine çarparak parçalanır. Kimse yazar olarak doğmaz; çalışmak, işçilik, süreklilik, boş zaman değil, yazmak için hayattan çalınacak zamanlar gerekir… Çokça okuyup, çokça yazıp, yazılanların büyük bölümünü silip atacak, bir daha da dönüp arkaya bakmayacak duruma gelene dek…

Ancak… Bir çocuğun ailesi, bir insanın sevdiği, hastalıklarımızda koşacağımız doktorlarımızın olması zorunluluktur. İyi yüzmek ya da kayak yapmak için ders almalı, profesyonel bir sporcu olmak istiyorsak bir antrenörle çalışmalıyız… Liste uzar gider. Kısacası eksiklerimizi tamamlayanlara gereksinimimiz vardır, bu bağlamda bir yazarın mutlaka kalemi sağlam bir editörü olmalıdır.

Çok isteyince olur… Bir melek sihirli değneğini oynatır hazır olduğunuzda, bir kapı açılır, o kapıdan girersiniz ve en baştan başlarsınız; çünkü o zamana dek öğrendiklerinizi bohçalara sarıp saklama zamanı gelmiştir… Ben de öyle yaptım. Size önümde açılan o kapının ardındaki, tuğlaları saygıyla, dostlukla örülü, içerde yankılanan tüm çınlamalar motivasyon aşılayan, sıcacık, bacası durmaksızın tüten, mutfağında sürekli bir şeyler pişen evi, YazarEvi’ni anlatmaya çalıştım. O ev iyi ki var. Yeni yaşın kutlu olsun YazarEvi…

YazarEvi, Kurucu Editörü Can Hoca’yla, editörleriyle, yazarlarıyla, düşlerle, emeklerle, hayata bir armağan verme ruhuyla hazırlanan kitap dosyalarıyla hep var olsun.

(16 Temmuz 2023’te, YazarEvi’nin 7. yaş gününde kamuoyuna duyurulmuştur.)

YazarEvi Yazarı Sibel Güneşdoğdu,Suskun Toy Kuşları ve Özgür Renkler’in yazarıdır.

YazarEvi 6 Yaşında…

Gonca Ataç'ın YazarEvi 2022-2023 Bildirisi:

OKURDAN ÖNCE SON ÇIKIŞ: YAZAREVİ

Aşağıdakilerden hangisi daha çabuk kırılır?

a. Kedi patisi ile bir hamlede masadan aşağı itilen kristal cam bardak.

b. Henüz taksitleri bitmemiş son model akıllı telefonun ekran camı.

c. İlk dosyasını sunan yazarın kalbi.

Doğru cevabı 6 yıl önce mi öğrenmiş YazarEvi? Tabii ki hayır, cevap zaten onun nüvesindeymiş, YazarEvi’ni sıcacık bir eve dönüştüren, içine kimi alırsa hemen kaynaştıran, edebiyatı, kitabı, kalemi, sözcükleri, harfleri her şeyden çok seven ve 'Bu işi en iyi biz yaparız’ sloganını şiar edinmiş bir nüveymiş bu. Sanki ismin değil de naifliğin beş hali varmış ve YazarEvi hepsiyle epeydir hemhalmiş.

Gelen bir kitap dosyasının; yazarının o ana kadar gül gibi baktığı, kimselerin kucağına vermek istemediği, elden günden sakındığı bir bebecik olduğunu hep bilmiş. Bebeğin gazını çıkarmanın, ağlarken bir anda güldürmenin, karnını hep dolu tutmanın, o kundaktaki bebekten herkesin imreneceği kocaman bir yetişkin yaratmanın gizlerini paylaşmış ailesiyle, kimi kolayca kimi çetince olsa da hep ikna etmiş, edebilmiş...

Yazarla YazarEvi arasında bir gönül birliği doğup birliğin ikizi de güven olunca işte bu kocaman ev o zaman iyice sağlam basmış yere, 6 yılda dallanmış budaklanmış…

Bir yap-boz var diyelim 5000 parçalık falan. Tamamlanması aylar, yıllar sürenlerden. Nihayet bitirilse de bazı parçaların yerinden çok da emin olunmadığı hani. Kimi parçalar yerlerinden çıktı çıkacak gibi şişkince dururlar da üzerlerinden bir beş parmak geçirmek gerekir sık sık. Yani 5000 parçalık tablo ortaya çıkmış gibi olsa da bazı yerleri hiç içe sinmemiş, sanki mecburen kabullenilmiştir.

İşte o zaman ‘Büyük resmi’ görür editör. -O hep kulağımıza çalınan büyük resim değildir bu, aman!- ‘Tamam’ der, ‘O arzu ettiğiniz yere varacağız, evet, ama bu yoldan değil, ben daha kestirme bir yol biliyorum, var mısınız?’

‘Varım!’ diyorsa yazar…

Yanlış parçalar yapbozun yarısını bile oluştursa tek tek çıkarıp yeniden başlamayı göze alıyor demektir.

Daha kestirme istasyonları izleyip aynı hedefe, belki de düşündüğünden daha ötesine, üstelik daha manzaralı yerlerden gidildiğine sevinçle şahit olacak, demektir. Ve bildiğini sandığı yol, yıllardır planladığı varış noktası; hayalindekinden çok daha berrak, çok daha anlamlı, çok daha tatminkâr olmuştur artık, düşünür:

‘Ben mi editör mü düzenlemiştik şu yandaki bahçeyi? Başlarda o böyle olsun demişti de ben mi karşı çıkmıştım, yoksa tam tersi miydi? Biz bu editörle birlikte mi büyüdük? Aynı filmlerde mi doldu gözlerimiz? Kötü gideceğini hissettiğimiz ilişkileri noktaladığımız yaz gecelerinde birlikte mi ağladık? Aynı zaferlere, aynı yenilgilere mi tanık olduk bir zamanlar? O senenin en gözde kıyafetlerini hangi ara alıp pişti olduk? Canımızı acıtan şeyler nasıl bu kadar ortak? Editör ben miyim yoksa? Yazar olan o mu acaba? Hem bu yol nasıl da güzel, bitmese olmaz mı?’

Ve anlar yazar, o güne dek imlâ kılavuzu sandığı editörün gerçekte bir hayat kılavuzu, okurdan önceki son çıkış, üçüncü göz, altıncı his olduğunu… Yarattığı eseri de onu okuyacak okuru da çoktan çözdüğünü... Ve deneyimin meğer nasıl yüce bir dağ, empatinin ne bereketli bir okyanus olduğunu…

YazarEvi, kendini, gayesini, hedefini adında özetleyivermiş 6 yıl önce… Yazarlara hep iyi gelen, kalp kırmayan, kalp onaran, her ne yazıyorsak onu yolun sonunda kutsal bir metin gibi baş tacı yapan bir yer burası. Değil ondan bir şeyleri sakınmak, korkusuzca, bir an bile çekinmeden bebeklerimizi kapısına bırakıp gidebiliriz artık!

O halde yaşasın yazma kaygımızın hiç bitmeyen motivasyon nehri; YazarEvi!

Yaşasın naif ruhların kardeşliği!

Daima ilk günkü şevkle, hiç tükenmeyen sözcüklerle, birlikte nice seyahatlere ve nice yıldönümlerine!

(16 Temmuz 2022’de, YazarEvi’nin 6. yaş gününde kamuoyuna duyurulmuştur.)

YazarEvi 5 yaşında…

2021 – 2022 YazarEvi Bildirisi…

“Buralar önceden dutluktu...” diye bir tabir vardır ya, bu ifade tam olarak anlatıyor bence YazarEvi’ni.

İsterdim ki çok süslü ve edebi cümlelerle doldurayım, “Vayy be! Ne de güzel yazmış!” diye okuyun ancak işlerin en başından, buralar dutlukkenden beri içerisinde olunca, sürecin kendisi “Vayy be!” dedirten şekilde olunca bana da sadece anlatmak kaldı dilim döndüğünce.

Yıl 2016, her şeyin başladığı yer, hatta henüz ben bile yokum. Fikrin, tek kişilik dev kadrosu: Can Gazalcı. Sahilde oturup uçsuz bucaksız denizi izlerken aklına gelen ‘ben en iyi bu işi yaparım’ cümlesinin zihninde dolanması ile başlayan süreç ve bu cümlenin hayata geçtiği yer, YazarEvi. Her şey işte böyle başladı... Yine de dayanamayıp biraz da fantastik ve mistik ögeler eklemek isterim.

Masalları severim ben, okumayı, dinlemeyi hatta yazmayı. Haydi gelin ben size YazarEvi’ni bir masal olarak anlatayım. Hazırsanız alın elinize çayınızı ya da kahvenizi, yaslanın koltuğa, çıkalım beraberce YazarEvi tahtına.

Çok çok uzun yıllar önce ya da çok çok uzun yıllar sonra günlerden bir gün bir adam sırtında heybesi ya da daktilosu ya da bilgisayarı ile düşmüş yollara. Onun işi kelimelermiş, onun işi kelimelerin gücünü keşfetmekmiş, onun işi kurguların içerisinde yaşayarak hayatı anlamak, anlamlandırmakmış. Böyle böyle az gitmiş uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş tabii ki sayfaların arasında, kelimelerin içerisinde sörf yaparak ilerlemiş. Tam da bu zamanda öyle bir yerde bulmuş ki kendisini… Her yer dutluk, her yer verimli arazi, hangi taşı kaldırsa sihirli bir kelime, o kelimelerin peşine takılıp giden muhteşem insanlar… Merakla oturup izlemeye başlamış o harika insanları ve taşı toprağı altın değerinde olan kelimeleri ancak izledikçe fark etmiş ki bir eksik var. Bu kadar yetenek, bu kadar birikim olmasına rağmen keşfedilmemiş bu bölge, hâlâ bakir. Bu sefer sormaya, sorgulamaya başlamış, neden böyle diye. Her birinin yeteneklerini sayfaların arasına gizlediklerini fark etmiş.

Gizlerlermiş de o kelimelerin etrafa ışık saçtığını ve fark edilmek istediklerini görmezlermiş. Sanki kendilerine körmüş hepsi. Hep hazır olmadıklarını düşünürlermiş. Bir şey belki de birkaç eksik var diye tamamlamadıkları hikâyeleri ya da her şey muhteşem ancak ne yapacaklarını bilemedikleri sayfalar… Adam şaşırmış, bu kadar yetenekli insan ve bir o kadar kendini saklayan insan… Başlamış düşünmeye, dinlediklerini tekrar etmiş, izlediklerini tekrar canlandırmış zihninde, almış eline kâğıdı kalemi yazmış, çizmiş, ölçmüş, biçmiş... Günler geceler geçmiş. Bu sefer o üstün nitelikli insanlar onu izlemeye başlamış. Hem de günler geceler boyu tam da çevresini sararak…

Böyle gelip geçen merak uyandıran günlerin birinde aniden yerinden fırlamış, ‘buldum’ diye bağırmış. Heyecandan yerinde duramıyor, koşuyor, koşuyormuş, nefesi tükenmiş bağırmaktan, elleri titremiş heyecandan. Çevredekiler şaşkın, gülerek eğlenerek dolanan bu adamı anlamaya çalışmışlar. Adam en son sakinleşmiş ve oturmuş bir ağacın altına, çıkarmış heybesini, daktilosunu ya da bilgisayarını ve demiş ki: Hazır mısınız? Başlıyoruz!..

İzleyenler anlamak için bir bir sıraya girmişler, sıraya giren bu uzun ve meşakkatli süreçten öyle keyif almış ki sıradan çıkmak istememiş. Ancak onlar istemese de eserleri hazır olunca kendilerinin ışığının yayılmasının başladığını görünce karar vermişler bu anın tadını çıkarmaya. Hemen ardından da muhteşem kelimeleri, hikâyeleri zihinde tekrar dönmeye başlar, yeniden girerlermiş sıraya. Beraber ışıldamak, ışıldatmak için. Hepsinin bir davası varmış, anlatmak istediği hikâyesi ya da hikâyeleri. Adamın da varmış tabii... Kendini bulmak için çıktığı bu yolculukta bulduğu hikâyesi…

Günler, aylar geçmiş bu adamın ve köyün ünü öyle yayılmış, dillere destan olmuş ki bu sefer uzak diyarlardan gelip sıraya girenler olmuş. Beraberce kelimelere üflemiş, çözmüşler. Kurmuşlar, kurgulamışlar... O köyün adını da YazarEvi koymuş, kurucusuna da; kelimelere ve kurgulara üfleyen adam demişler. Gökten üç elma düşmüş; ilki yazarın, ikincisi editörün, üçüncüsü de yayınevinin başına...

Masal burada bitmez tabii ancak gerçekler daha çarpıcıdır her zaman, masal ruhumuza işler, gerçek zihnimizi ikna eder. Ben ustanın önce öğrencisi daha sonra da kurucu editör olarak yer aldığım YazarEvi ailesini; emeğin, çalışmanın, yazarlarla beraber onların zihin kıvrımları arasında gezinmenin hazzını aldığım, öğrendiğim bir okul olarak tarif etmek isterim size. Öyle bir okul ki her dönem bahçesi, sınıfları ve nüfusu genişliyor.

Buranın en önemli özelliklerinden birisi de çalışmaların bir iki saat değil en az günde on on iki saat olması ve kimsenin ‘off’ dememesi. Elbette hiçbir başarı kolay olmaz, hiçbir başarı tesadüfen gelmez. Kan, gözyaşı, emek, huzur, mutluluk... Hepsi bir arada ilerler. Bazen yazar ve editör arasında günlerce giden gelen dosya olur, yazar editörü ikna etmeye çalışır. Bazen editör yazarı ikna etmeye çalışır. Hatta bazen yazar eserin bittiğine emindir ama editör hazır değildir...

Çok yaşadım bu anları, bazen ben yeter dedim, istersen bitsin, olmaz, hayır kelimelerini dinledim defalarca. O zamanlarda öğrendim “Ben bu işi en iyi yaparım,” demek sadece sözle olmuyor. Yılların birikimi, deneyimi... Hani bir ressamın hikâyesi vardır ya; param yok ancak yemek karşılığı resim çizerim diyen. Onun gibi bazen her şey, dışarıdan bakıldığında birkaç dakika içerisinde çizilen ancak ardında en az yirmi yıllık çalışma olan… YazarEvi de böyle bir birikimin eseri. Gelen her dosya üzerinde artık sayısı gün geçtikçe çoğalan değerli editör kadrosu, sosyal medya ekibi ve yayınevi ortaklığı ile büyüyen, gelişen, geliştiren...

Burada sizlerin de izniyle Can Gazalcı’ya, kelimelere ve kurgulara üfleyen adam demek isterim. Belki de ağaçtan elmaları başımıza atan da odur...

YazarEvi’nin 5. yaş günü kutlu olsun...

(6 Temmuz 2021’de, YazarEvi’nin 5. yaş gününde kamuoyuna duyurulmuştur.)





YazarEvi 4 Yaşında...

2020-2021 YazarEvi Bildirisi...

“Bu sesler; bazen yarım kalmış bir sevdanın yürek çırpıntısı, bazen uzun ayrılıkların sonundaki kavuşmaların sevinç gözyaşlarıdır. Bazen göçük altındaki bir madencinin iniltisi, bazen bir işçi çocuğun yorgun nefes alış verişidir”

YazarEvi Sözcüklerin Yârenidir

Kemal Çevik - Öykücü, YazarEvi Yazarı

Durmaksızın, bölük bölük sözcükler sökün eder YazarEvi’ne, binler, on binler, yüz binlerce… YazarEvi, kapılarını, pencerelerini her daim açık tutar sanatın, edebiyatın bu söz varlıklarına. Yalnızca kapılarını, pencerelerini değil, yüreğini de açar ardına kadar; kendi yüreğini onların yüreklerine katar.
Sözcüklerin özündeki sesleri dinler cankulağı ile. Toplumun, doğanın derinliklerinden süzülüp gelmiş olan titreşimlere, duygulara, düşünüşlere, soruşlara, kaygılara; ürkek fısıltılara, başkaldırılara, gariplik ve üzgünlüklere kulak kesilir.

BAZEN ÖKSÜZ BİR ÇOCUĞUN İÇ ÇEKİŞİ...

Bu sesler; bazen yarım kalmış bir sevdanın yürek çırpıntısı, bazen uzun ayrılıkların sonundaki kavuşmaların sevinç gözyaşlarıdır. Bazen göçük altındaki bir madencinin iniltisi, bazen bir işçi çocuğun yorgun nefes alış verişidir. Bazen yaşlı bir kadının bakışlarındaki uzaklar, bazen toy bir kızın azgın iştahlar karşısındaki çaresizliğidir. Bazen bir şehit anasının yürekleri dağlayan ağıtı, bazen öksüz bir çocuğun iç çekişidir. Bazen sevinç çığlığı, bazen coşkun bir gülümseyiştir. Bazılarında bir isyan, bazılarının içinden ise ağlama sesleri duyulur; bazen YazarEvi’de onlarla beraber hüzünlenir, onlarla beraber gözyaşlarına boğulur.

Mayakovski, “…Yürek de bir motordur çünkü/ve ruh, onun çalıştırıcısı./ Eşitiz bizler/şairler ve teknisyenler./ Vücut ve ruh emekçileriyiz / aynı kavganın içinde./ Ve ancak ortak emeğimizle/ bezeriz evreni /marşlarımızı gümbürdeterek/ Haydi!” der “şair işçidir” şiirinde.

HEP GÖNÜLDEN,RUHUN DERİNLİKLERİNDEN...

YazarEvi’nde de hep gönülden, ruhun derinliklerinden gelen bir çaba, dökülen göz nuru vardır. Saatlerin hesabı yapılmaz. Gündüzler gecelerin, geceler gündüzlerin içine uzanır. Sözcük pınarları tümcelere, tümceler paragraflara koşarken, zaman akar gider duyguların, yeni filizlenen ilhamların selinde.

Bir emek gücü koyar ortaya YazarEvi. Yazarlarına omuzdaş olur. Bir karıncanın gayretinden, arının hünerinden, kaplumbağanın sabrından öykünerek, Yaşar Kemal, Sabahattin Ali, Sait Faik, Fakir Baykurt; Nazım Hikmet, Hasan Hüseyin Korkmazgil, Ahmed Arif ve daha nice bilge yazarımızın aydınlık izinden esinlenerek, köklerinden beslenerek yapar bunu. Sözcükleri gereksiz yığınlardan arındırıp örgütlü kitlelere dönüştürmelerinde yârenlik eder yazarlarına. Tümcelerin nerde durup dinleneceğine, nerde şahlanacağına yoldaşlık yapar.

HUMMALI BİR DEVİNİM

Günler, haftalar, aylar hatta yıllarca hummalı bir devinimdir sürüp giden… Nihayet bir tomurcuk coşkusunda, imbikten geçirilmiş damıtılmış bir eser doğar toplumun vicdanına. İnsandan, doğadan gelen söz güçleri yeniden dönmüş olur geldikleri yere. Ama estetik bir ruhla, söz sanatıyla bezenmiş, insancıl duygularla yüklenmiş, ideali olan bir geri dönüştür bu.

Bu dönüş, hiçbir gücün baş eğdiremediği, hiçbir zalimin zincire vurup tutsak edemediği; dünyayı güçle şiddetle yönetenlerin korkulu rüyası olan, sınırlar ötesine rüzgârın kanatlarında kulaktan kulağa yayılan bir şiir, bir öykü ya da bir romandır artık.

GÜZELİ; İYİYİ; DOSTLUĞU...

Artık haksızlıklara, vicdansızlıklara, insanın insanı sömürmesine karşı çıkan düşünceler sökün eder belleklere. Güzelliğin, iyi olanın, dostluğun, barış içinde bir arada yaşamanın mücadelesi veren kahramanlar ete kemiğe bürünmeye başlar.
.
Tarih boyunca bu kahramanları yaratanlar zindanlara atıldı, zincire vuruldu, kimileri canice katledildi. Ama onların yarattığı gücü tutsak etmeye yok etmeye ne ordularla ne de silahlarla başa çıkabildiler.

“Başım köpük köpük bulut,/ içim dışım deniz,/ ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkında,/budak budak, Serhan serhan ihtiyar bir ceviz./ Ne sen bunun farkındasın, ne de polis farkında…” derken büyük ozanımız bu gerçeği haykırmış olmalı…

Bu duygularla YazarEvi’nin emek gücünü, sanat ve edebiyat yolundaki doludizgin yürüyüşünü selamlıyorum.

(16 Temmuz 2020’de, YazarEvi’nin 4. yaş gününde kamuoyuna duyurulmuştur.)

KEMAL ÇEVİK- ÖYKÜCÜ; YAZAREVİ YAZARI (ÖYKÜ KİTABI SEN YÜREĞİMDEKİ YARAYI BİR GÖRSEN, YAZAREVİ ÖZEL KOLEKSİYONU’NDAN YAYIMLANMIŞTIR.)

KEMAL ÇEVİK- ÖYKÜCÜ; YAZAREVİ YAZARI (ÖYKÜ KİTABI SEN YÜREĞİMDEKİ YARAYI BİR GÖRSEN, YAZAREVİ ÖZEL KOLEKSİYONU’NDAN YAYIMLANMIŞTIR.)